Ülke ve insan yaşamında, kendinden menkul çeşitli gerekçelerle bilinmesi istenmeyen, saklanan gerçeklerin bir şekilde ortaya çıkmasını ifade ediyor “yazımın başlığındaki” deyim.
Bu anlamdan hareketle iç ve dış politikada bu deyim;
Bir konunun gerçek mahiyetinin, egemenlerin gösterdikleri değil de asıl niyetinin, hedefinin, gerçek yüzünün, karakterinin ve sakladıklarının anlaşılması anlamında kullanılıyor.
Şapkanın düşmesiyle ortaya çıkan gerçek ise;
Türklerin egemenliğinin hayali bir tarih tasarımıyla elinden alınarak kurucu millet statüsünden çıkarılması ve emperyalizmin kuklası başka etnisitelerle birlikte ülkenin mozaik bir yapıya dönüştürülmesi ki -burada aklıma ‘ne mozaiği ulan’ diye kükreyen, rahmetli Türkeş- geliyor.
Gerçekten şimdi hayatta olsaydı haleflerine ne derdi?
***
Peki, egemenler/yöneticiler seçime giderken bu niyetlerini, yeni anayasa ile açıkça neyi hedeflediklerini milletle paylaştı mı?
Bir anda ortaya çıkmış gibi görünen ama uzun erimli bir plan gereği olduğu anlaşılan açılım tasarruflarını, seçim öncesi millete açıkladılar mı?
Cumhuriyet’i, bir ara olarak gördüklerini, yerine, Osmanlı’nın parçalanmasına sebep olan yıkıcı ‘Osmanlı millet düzenini’ kuracaklarından bahsettiler mi?
Bunun uzantısında Mustafa Kemal’i, devrimlerini ve laikliği, ABD’lilerin isteğiyle söküp atacaklarını söylediler mi?
Türk’ü yok sayan, umursamayan, sefalete sürükleyen, tasarrufları için millete sorup, onay alıyorlar mı?
Ne gezer?
O halde hükümetçe yapılan işler geçersiz olur.
Nasıl mı?
Anlatmaya çalışayım.
Hükümet; millet ile yönetmeye talip olan partiler arasında süreli seçimle bağıtlanmış geçici, sınırlı bir vekâlet ilişkisinin yansımasıdır.
Hükümet demek, “ülkede milletin ortak işlerini yani kamu işlerini yapmak” demektir.
Bu ilişkide tümüyle vekâlet kurallarının hükümleri geçerlidir.
Milletçe seçim yoluyla verilen vekâlet;
Mutlak (sınırsız, koşulsuz) değil, mukayyet yani koşullu, sınırlı, sürelidir.
Vekâlet ilişkisi gereği, müvekkil olan milletin seçim yoluyla süreli vekil tayin ederek, hükümet verdiği parti/partiler, milletin ortak sözleşmesi olan Anayasa’nın belirlediği sınır ve koşullara uymak ve de milletin onay vermediği tasarruflara yönelmemek zorundadır.
Vekâlet hükümleri gereği vekiller, bu sınırlara uyacaklarına ilişkin olarak, namus ve şerefleri üzerine söz verirler.
Dolayısıyla milletin vekâlet ilişkisi gereğine uygun olarak, hükümet etmek üzere parti/partilere vekillik verdiği anda bildirdiği ve belirlenmiş sınırlara uyulmazsa, vekâlet hükümlerine aykırı davranılmış olur, vekâlet hükmünü kaybeder ve hükümetin yaptığı işler, tasarruflar geçersiz olur.
İşte Türkiye’nin bugünkü durumu budur.
***
Benzetmek gerekirse;
Türkiye, 1939’da milletten saklanan değişim kararıyla, 1948 Marshall yardımı ve 1952’de NATO’ya girişle ameliyata alınan,
60 ve 70’li yıllarda metabolizmasına aykırı uzuvlar ilave edilerek, 1980 darbesiyle ABD imalatı ruh (İblisane bilgi)’la kodlanan,
2000’lerde ayağa kaldırılıp, kodlananların gereğini yaptıktan sonra intiharı ya da ötenazisi beklenen, fiziksel, zihinsel ve ruhsal bir estetik ucubesine dönüştürüldü.
Böylece ‘’iyilik, adalet, meşveret’’ timsali Rahmani Türk’ten geriye bir şey kalmayıp, yeryüzünde rakipsiz zulüm ve İblis düzeni kurulsun.
Söylemlerinin, siyasetin gereği olduğunu ve ciddiye alınmaması gerektiğini kendi ağızlarıyla itiraf eden,
Böylece yaptıklarının bir tiyatro, kendilerinin de bu tiyatro’ da önlerine konulan senaryoyu oynamaya mecbur edilen oyuncular olduğu anlaşılan,
Varlık nedenleri olan ilke ve ideolojilerine aykırı, akıl ve etik dışı dönüşleri duruma göre her an yapmalarıyla güvenilir olmaktan uzaklaşan ama sözüm ona yerli, milli, dinci, milliyetçi, muhafazakâr ve liberaller aksini söyleseler, esip gürleseler ve gerçekleri, komplo teorisi diye karalasalar da bu cennet ülke için hedeflenen son parlak değil.
Lafta o ya da bu ideoloji ya da hassasiyetlere sahip görünen egemenlerin, emperyalist temelli tasarruflarına zemin oluşturanlar da önderlerine kayıtsız şartsız itaat ederek, Bakara 104 ayetine aykırı davrananlar, yani sürü olmayı kabullenenler.
‘’Ey iman etmiş kimseler! “Râinâ [sen bizim çobanımızsın/sen bizi güt biz seni güdelim]” demeyin, “Unzurnâ [bizi gözet]” deyin ve kulak verin. Çok acıklı azap da yalnız kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler içindir.’’
Gelişmeler o kadar hızlı karşımıza çıkıyor ki, mozaikçilerin 1921 Anayasası aşklarına değinemedim bu yazıda.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Halimiz nicedir?
06.11.2021 01:39
Yayına başladığı ilk gün olan 29 Ekim’in anlamı ile duruşu ve sorumluluğunun ne olduğunu ilan eden SözBursa’nın bu ilkesel çerçevesinde düşüncelerimi paylaşma fırsatı bulmak onur verici.
Türkiye’nin en iyi yerel tarih ve kültür dergisi Şehrengiz için hazırladığım söyleşiler ve Yen
Hala, acaba üzerlerinden nasıl siyasi çıkar/fayda devşirilir ve devam ettirilir oportünist (fırsatçı) anlayışı ile Cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk tartışılıyor, tartıştırılıyor.
Özellikle 1946 sonrası çaktırmadan yapılan, son 20 yılda ise her milli ve önemli günde yazılı, görsel ve sosyal
Çok ilginç değil mi?
Büyük Selçuklu Devleti devam ederken, Anadolu Selçuklu devletini kuran Süleyman Şah’a övgü,
Anadolu Selçuklu Devleti, Moğol müdahalesi sonucu yıkıldığında, yıkılan devletin temellerinden yeni ve diri bir Türk devletini kuran, Selçuklu uç beyi Osman Bey’e övgü,
Ama
Anadolu’da bilinen bir atasözüdür:
‘’Ay var yılı besler, yıl var günü beslemez’’
Tam da ülkemiz de yaşananlara uygun. Bırakın son 40 ya da 20 yılı sadece son bir aya, bir haftaya, bir güne bakmak bile, yılların günü beslemediği resmini veriyor.
Ya da tersi.
Netic
Ülke olarak yaşadıklarımız, Temel’in mezar taşındaki yazıyı hatırlatıyor;
‘’İyisin dediniz, iyisin dediniz, peçi bu ne?’’
Yani, ‘’iyi demekle, çok iyiyiz demekle iyi olunmuyor, olunamıyor’’ ve korkunun da ecele faydası olmuyor.
Her açıdan du
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Takke Düştü, Kel Göründü!
Ülke ve insan yaşamında, kendinden menkul çeşitli gerekçelerle bilinmesi istenmeyen, saklanan gerçeklerin bir şekilde ortaya çıkmasını ifade ediyor “yazımın başlığındaki” deyim.
Bu anlamdan hareketle iç ve dış politikada bu deyim;
Bir konunun gerçek mahiyetinin, egemenlerin gösterdikleri değil de asıl niyetinin, hedefinin, gerçek yüzünün, karakterinin ve sakladıklarının anlaşılması anlamında kullanılıyor.
Şapkanın düşmesiyle ortaya çıkan gerçek ise;
Türklerin egemenliğinin hayali bir tarih tasarımıyla elinden alınarak kurucu millet statüsünden çıkarılması ve emperyalizmin kuklası başka etnisitelerle birlikte ülkenin mozaik bir yapıya dönüştürülmesi ki -burada aklıma ‘ne mozaiği ulan’ diye kükreyen, rahmetli Türkeş- geliyor.
Gerçekten şimdi hayatta olsaydı haleflerine ne derdi?
***
Peki, egemenler/yöneticiler seçime giderken bu niyetlerini, yeni anayasa ile açıkça neyi hedeflediklerini milletle paylaştı mı?
Bir anda ortaya çıkmış gibi görünen ama uzun erimli bir plan gereği olduğu anlaşılan açılım tasarruflarını, seçim öncesi millete açıkladılar mı?
Cumhuriyet’i, bir ara olarak gördüklerini, yerine, Osmanlı’nın parçalanmasına sebep olan yıkıcı ‘Osmanlı millet düzenini’ kuracaklarından bahsettiler mi?
Bunun uzantısında Mustafa Kemal’i, devrimlerini ve laikliği, ABD’lilerin isteğiyle söküp atacaklarını söylediler mi?
Türk’ü yok sayan, umursamayan, sefalete sürükleyen, tasarrufları için millete sorup, onay alıyorlar mı?
Ne gezer?
O halde hükümetçe yapılan işler geçersiz olur.
Nasıl mı?
Anlatmaya çalışayım.
Hükümet; millet ile yönetmeye talip olan partiler arasında süreli seçimle bağıtlanmış geçici, sınırlı bir vekâlet ilişkisinin yansımasıdır.
Hükümet demek, “ülkede milletin ortak işlerini yani kamu işlerini yapmak” demektir.
Bu ilişkide tümüyle vekâlet kurallarının hükümleri geçerlidir.
Milletçe seçim yoluyla verilen vekâlet;
Mutlak (sınırsız, koşulsuz) değil, mukayyet yani koşullu, sınırlı, sürelidir.
Vekâlet ilişkisi gereği, müvekkil olan milletin seçim yoluyla süreli vekil tayin ederek, hükümet verdiği parti/partiler, milletin ortak sözleşmesi olan Anayasa’nın belirlediği sınır ve koşullara uymak ve de milletin onay vermediği tasarruflara yönelmemek zorundadır.
Vekâlet hükümleri gereği vekiller, bu sınırlara uyacaklarına ilişkin olarak, namus ve şerefleri üzerine söz verirler.
Dolayısıyla milletin vekâlet ilişkisi gereğine uygun olarak, hükümet etmek üzere parti/partilere vekillik verdiği anda bildirdiği ve belirlenmiş sınırlara uyulmazsa, vekâlet hükümlerine aykırı davranılmış olur, vekâlet hükmünü kaybeder ve hükümetin yaptığı işler, tasarruflar geçersiz olur.
İşte Türkiye’nin bugünkü durumu budur.
***
Benzetmek gerekirse;
Türkiye, 1939’da milletten saklanan değişim kararıyla, 1948 Marshall yardımı ve 1952’de NATO’ya girişle ameliyata alınan,
60 ve 70’li yıllarda metabolizmasına aykırı uzuvlar ilave edilerek, 1980 darbesiyle ABD imalatı ruh (İblisane bilgi)’la kodlanan,
2000’lerde ayağa kaldırılıp, kodlananların gereğini yaptıktan sonra intiharı ya da ötenazisi beklenen, fiziksel, zihinsel ve ruhsal bir estetik ucubesine dönüştürüldü.
Böylece ‘’iyilik, adalet, meşveret’’ timsali Rahmani Türk’ten geriye bir şey kalmayıp, yeryüzünde rakipsiz zulüm ve İblis düzeni kurulsun.
Söylemlerinin, siyasetin gereği olduğunu ve ciddiye alınmaması gerektiğini kendi ağızlarıyla itiraf eden,
Böylece yaptıklarının bir tiyatro, kendilerinin de bu tiyatro’ da önlerine konulan senaryoyu oynamaya mecbur edilen oyuncular olduğu anlaşılan,
Varlık nedenleri olan ilke ve ideolojilerine aykırı, akıl ve etik dışı dönüşleri duruma göre her an yapmalarıyla güvenilir olmaktan uzaklaşan ama sözüm ona yerli, milli, dinci, milliyetçi, muhafazakâr ve liberaller aksini söyleseler, esip gürleseler ve gerçekleri, komplo teorisi diye karalasalar da bu cennet ülke için hedeflenen son parlak değil.
Lafta o ya da bu ideoloji ya da hassasiyetlere sahip görünen egemenlerin, emperyalist temelli tasarruflarına zemin oluşturanlar da önderlerine kayıtsız şartsız itaat ederek, Bakara 104 ayetine aykırı davrananlar, yani sürü olmayı kabullenenler.
‘’Ey iman etmiş kimseler! “Râinâ [sen bizim çobanımızsın/sen bizi güt biz seni güdelim]” demeyin, “Unzurnâ [bizi gözet]” deyin ve kulak verin. Çok acıklı azap da yalnız kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler içindir.’’
Gelişmeler o kadar hızlı karşımıza çıkıyor ki, mozaikçilerin 1921 Anayasası aşklarına değinemedim bu yazıda.
Halimiz nicedir?
06.11.2021 01:39Yayına başladığı ilk gün olan 29 Ekim’in anlamı ile duruşu ve sorumluluğunun ne olduğunu ilan eden SözBursa’nın bu ilkesel çerçevesinde düşüncelerimi paylaşma fırsatı bulmak onur verici. Türkiye’nin en iyi yerel tarih ve kültür dergisi Şehrengiz için hazırladığım söyleşiler ve Yen
Ve Türkiye hala tartışıyor!
11.11.2021 03:02Hala, acaba üzerlerinden nasıl siyasi çıkar/fayda devşirilir ve devam ettirilir oportünist (fırsatçı) anlayışı ile Cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk tartışılıyor, tartıştırılıyor. Özellikle 1946 sonrası çaktırmadan yapılan, son 20 yılda ise her milli ve önemli günde yazılı, görsel ve sosyal
Kurucu lider Atatürk’e haksızlık!
16.11.2021 11:01Çok ilginç değil mi? Büyük Selçuklu Devleti devam ederken, Anadolu Selçuklu devletini kuran Süleyman Şah’a övgü, Anadolu Selçuklu Devleti, Moğol müdahalesi sonucu yıkıldığında, yıkılan devletin temellerinden yeni ve diri bir Türk devletini kuran, Selçuklu uç beyi Osman Bey’e övgü, Ama
Yeni kurtarıcılar(!) bekleniyor
20.11.2021 03:25Anadolu’da bilinen bir atasözüdür: ‘’Ay var yılı besler, yıl var günü beslemez’’ Tam da ülkemiz de yaşananlara uygun. Bırakın son 40 ya da 20 yılı sadece son bir aya, bir haftaya, bir güne bakmak bile, yılların günü beslemediği resmini veriyor. Ya da tersi. Netic
İktidar ve millet!
26.11.2021 12:28Ülke olarak yaşadıklarımız, Temel’in mezar taşındaki yazıyı hatırlatıyor; ‘’İyisin dediniz, iyisin dediniz, peçi bu ne?’’ Yani, ‘’iyi demekle, çok iyiyiz demekle iyi olunmuyor, olunamıyor’’ ve korkunun da ecele faydası olmuyor. Her açıdan du