Topraklarımızı Çalan Suya Dur Deme Zamanı: Çırpınış!
Topraklarımızı Çalan Suya Dur Deme Zamanı: Çırpınış!
Araştırmacı Yazar Abdullah Uluyurt’un kaleminden yeni bir yazı dizisi daha. “Topraklarımızı Çalan Suya Dur Deme Zamanı” başlıklı yazı dizisiyle Uluyurt, günümüz Türkiye’sinin Türk Dünyası ile olun ilişkilerinin fotoğrafını çekti. İşte “Çırpınış” başlıklı ilk bölüm…
Haber Giriş Tarihi: 12.05.2025 15:25
Haber Güncellenme Tarihi: 12.05.2025 15:31
Kaynak:
İHA
SözBursa’da sekiz bölümde yayınlanan “Suyun Akışına Yön!” başlıklı yazı dizimizde “eğitimden kültüre, ekonomiden siyasete Türk Dünyası için yapılması gerekenleri” kaleme almıştım…
İşte bu hususları Kasım 2019’da bir bilgi notu şeklinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sunmam ile CHP ile çalışma yollarım kesişti. Daha önce Sayın Baykal’la ve dönemin Başbakanı Ecevit’le bir araya gelmiştim.
Ayrıca İstanbul’da CHP’nin düzenlediği Balkan Çalıştayı’na da katılmıştım. Ama bu sefer benimkisi biraz daha hazırlıklı ve bir suyun akışına yön vermekti. Her konuyu bilen ve anlayanların her yerde olduğu siyaset alanında bir ön alma farkındalık oluşturma, hakikaten çalışmak için raporu sundum. Amacım samimiyetle Balkanlı olmadan, Balkanları tanıma fırsatımı göreve dönüştürme arzusuydu. Bir de beni bu süreçte Atatürk’ün “Benim iki büyük eserim vardır; biri Türkiye Cumhuriyeti diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir”sözü etkiledi. Ayrıca bu süreçte; Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin ebedi doktrini olan Nutuk’tan uzaklaştığı kaygısı da beni endişelendiriyordu.
Başbakanlık Balkan İşleri Müşavirliği’nde 1992 yılında başlayan askerlik görevim dışında kesintisiz 2007 yılına kadar devam eden Türk Dünyasına yönelik çalışmalarımı bu tarihten sonra gönüllü kuruluş ağırlıklı bazen de çalıştığım kurumda (RTÜK) geliştirdiğim ve bugün stratejik planlarda yer alan Gelecekle İletişim Çalıştayı, Uzman Değişim Programı, Türk Dünyası Düzenleyici Otoriteler Birliği oluşturma gayretlerim sonradan yağmalansa da en azından bir başlangıç oldu.
Yazılı ulaştırdığım rapor sonrasında bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun daveti üzerine bir de şifahi özet olarak raporu sundum. Bu sunuş sırasında Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak ile Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Büyükelçi Ünal Çeviköz de vardı. Dikkatlice dinlediler not aldılar.
Kemal Bey bir ara “bir nefes al ve çayını iç” dedi. Çayımı içtim. Çikolata ikram edildi aldım. O sırada rahatsız olan İskeçe Müftüsü Ahmet Mete’den söz açtım. Sayın Kılıçdaroğlu hemen “telefon edelim geçmiş olsun dileklerimizi iletelim” dedi. Numarasını özel kalemine verdim oracıkta aradı. Bu beni etkiledi. Samimiyetine inandım.
Kemal Bey’in makamından ayrılırken, bir kahve içmek için Faik Bey odasına davet etti. Kurulmakta olan Balkan Masası’ndan bahsetti. Aslında bizimkisi tartışılmaz olan Atatürk’ün CHP Genel Merkezi’nde ayak izlerini aramaktı. En büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde hemşerileri ve coğrafyasını aramak!
Balkanlardaki Atatürk ve dolayısıyla Türk Milletinin izlerinin silinmek istendiği bunun yerine ümmetçi bir çizginin oturtulmaya çalışıldığı intibasına kapılanların bir gayretle bir araya gelerek bir şeyler yapma çabasını gördüm.
O dönemin Bursa Milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özkan ve Tekirdağ Milletvekili Dr. İlhami Özcan Aygun da oluşturulmaya çalışılan “Balkan Masası”nda görev yapmak istiyorlardı. Özkan’ı BALGÖÇ içinde duyuyordum. Aygun’u ilk defa duydum. Öztrak ise yapılması gereken işlerin ciddiyetini anlamış ve disiplinli bir şekilde işi götürmek istiyordu. Bir gün sonra bir araya gelmek üzere ayrıldım. Başbaşa görüştüğüm Öztrak’ın yanından çıkarken bir çalışma eskizini incelemek üzere aldım.
Çok heyecanlıydım. Bu daha çok sunuydu. Sunu, “CHP Balkan Masası, Faik Öztrak, Balkan Masası Başkanı” başlığı ile düzenlenmişti. Farklı bölümlerden oluşan sununun başlangıcı Balkan tarihiyle başlıyordu. Küçük dokunuşlarla ilaveler yaptım. Balkan tarihinde en büyük eksikliğimiz şüphesiz Balkan Türk Tarihini, Osmanlı Türk Hanedanı tarihi ile başlatmamızdı. Bu yanılgı yıllarca bize misafir muamelesi yapılmasına neden oldu. Ya Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar, Hazarlar…
DOĞRUSU COĞRAFİ BÖLGEYLE…
Sununun Balkanların tarihi bölümü şöyleydi:
“Balkanlar, Avrupa’nın güney doğusunda Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye’nin bir kısmını içine alan yarım adadır. Balkanlar batıya geçiş yolu olması nedeniyle, tarih boyunca bir çok millete ev sahipliği yapmış ve bir çok kültür, din ve sosyoekonomik farklılıkları yaşamaktadır. Türkler, Balkanların en eski kavimlerinden biri olmuş ve bölgenin tarihi sürecinde hep etkin bir rol oynamışlardır. Osmanlıdan önce IV. Yüzyılda Hun Türklerinin bölgeye gelişi ile başlayan, 1292’den sonra Batı Anadolu’dan Selçuklu ve Osmanlı Türkleri ile devam eden göçlerle, Balkanlarda Türklerin esas kalıcı izleri Anadolu’dan yüzyıllarca süren göçler sonucudur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrası Balkanlar’dan Anadolu’ya geri dönüş, zorunlu göç başlamış, sadece Balkan Savaşlarında göç edenlerin sayısı 1 milyon 500 bindir. Atatürk, 1912 Balkan bozgununu Libya Trablusgarp’ta haber almış ve gençliğinde yazdığı “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” adlı kitabında; “bir gün duydum ki, doğduğum şehir Selanik, orada annem ve kız kardeşim düşmana teslim edilmiş” der. 1923-1938 yılları arası başta “Mübadele” olmak üzere toplam 793 bin 912 Türk, Anavatana göç etmiş, daha sonraki yıllarda 1951, 1956, 1968-78, 1989 olmak üzere yaşanan tüm göçlere rağmen bölgenin resmi rakamlarına göre bugün Balkanlarda hala 8 milyon 250 bin Türk-Müslüman yaşamaktadır.”
Balkanlarda Türklerin tarihi çok kısa geçilse de rakamlar daha detaylandırılabilirdi. Balkanlarda Türkçe konuşanların sayısı maalesef birbuçuk milyonu geçmez. Arnavut ve Boşmakları da “Müslümanlar” olarak bu nüfusa ilave edersek toplam “Türk ve Akraba nüfusu altı-yedi milyonu bulur. Göç deyince de haklı olarak yakın tarihin acı hatıraları ile son gelinen Rodop ve Deliorman (Bulgaristan) göçü dikkat çeker.
Yine taslak sunuda ikinci bölüm göçleri ve göçmenlerin örgütlerini dile getiriyordu. “Balkanlardan Anadolu’ya geri göçler (askeri terimle ricat) yaklaşık 200 yıl sürmüş, yapılan nüfus projeksiyonlarına göre, bugünkü nüfusumuzun 30 milyondan fazlası Balkan kökenli olduğu bilinmektedir. Balkanlar, tarihi, coğrafi, kültürel ve insani boyutlarıyla Türkiye için stratejik öneme sahiptir. Balkanlar, ulusumuzu şekillendiren tarihi süreç ve bölgeden gelen göçler nedeniyle özel bir konumdadır. Son ikiyüz yıldır süregelen göçler nedeniyle birbirinden ayrılan aile ve komşuların bağları hala çok sıcaktır. Göç edenlerin oluşturduğu sivil toplum kuruluşları (stk) da göç ettikleri bölgelerdeki stk'larla güçlü ve etkili işbirliklerine sahiptirler. Balkan göçmenlerinin Türkiye’nin hemen hemen tüm bölgelerinde 300’ü aşan dernekleri federasyonlar ve konfederasyon çatısı altında güçlü bir örgütlenme içindedirler. Bu ilişkilerin ve işbirliklerinin hem Balkanlarda hem de ülkemizde önemli kültürel, sosyal, siyasi yansımaları olmaktadır. Bu ilişkiler, Avrupa Birliği üyelik hedefi bağlamında da geleceğe dönük büyük bir potansiyel teşkil etmektedir. Balkanların bir bölgesinde bir grubun tercihleri, ülkemizde o grubun mensuplarına ait stk’ları ve o bölgeden göç etmiş yurttaşlarımızın tercihlerini etkilemektedir. Her topluluğun olduğu gibi, Balkan Türklerininde belirli hassasiyetleri vardır. Bu hassasiyetleri dikkate almak saygının göstergesidir. Bulgar Türkü, Yunan Türkü, Makedon Türkü gibi deyimler kendilerini rencide ettiği için tepkililer. Doğrusu ise coğrafik bölge ile anılmalarıdır. Bu söylemlere dikkat edilmesi son derece önemlidir. Doğrusu ise Bulgaristan Türkü, Yunanistan Türkü, Makedonya Türkü”.
KÖKÜNDEN KOPARILAN KAVRAMLAR
Burada kendi düşüncelerimi de aktarmak istiyorum:
Türkiye’de “30 milyondan fazla Balkan göçmeni var” tanımı doğru dahi olsa, kendi köklerini Konya ve Karaman’a dayandırmaya çalışan Balkanlılar için “biz artık Anadoluyuz” itirafı vardır. Balkanları da Türkiye ile bağları olan Türk ve Akraba toplulukları olarak tanımlamanın daha doğru olduğunu düşündüğüm nüfus ile oradan Türkiye’ye gelenler arasındaki bağ oldukça zayıftır. Türkiye’deki STK yöneticilerinin bir siyasi ve iktisadi gelecek kaygısı olduğu da gerçektir. Türkiye’de aslında kavramlar kökünden koparıldıkları için bu şekilde evrilmiş olabilir. Avrupa’nın Non-Governmental Organizations yani "Hükümetdışı Kuruluşlar" olarak tanımladığı, dilimize de ruhsuz bir çevirisi olarak değerlendirdiğim NGO kavramı yurdumda daha önce gönüllü kuruluşlar olarak algılanırdı. Yine hudutlarla kimlik belirlenmesinin de yanlış buluyorum. Kırcaali’de yaşayan Balkan Türkü ile Gümülcine’de yaşayan Balkan Türkünü bir birinden uzaklaştırırken, Plevneli Balkan Türkünü yaklaştırmaktadır. Çalışmalarımda kavramlara dikkat ettim. Şimdilik daha iyisi bulunasıya kadar coğrafi tanımlama ile Rodop Türkü, Vardar Türkü, Deliorman Türkü, Dobruca Türkü yada daha kolayı Kırcaalili demek daha doğru olabilir.
Sunuda üçüncü başlık olarak neden Balkan Masası kurulduğu anlatılmıştı. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Balkanlardaki Türk ve Akraba Topluluklarına yönelik TİKA, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı (YTB), Yunus Emre Enstitüsü, Türk Dünyası Belediyeler Birliği, Kızılay, Kardeş Müftülükler ve Balkanlardaki Kardeş Belediyecilik faaliyetleri aracılığıyla hizmet götürmektedir ve bölge STK’lar ile işbirliği yürütmeketedir. Bu yapıların sağlıklı ve eşgüdüm içinde, netice alma ve hizmet üretme odaklı çalışmaları ülkemiz açısından faydalıdır. Ancak bu çalışmalar, dini cemaat yapılanması üzerinden veya ideolojik yaklaşımla yürütüldüğünde ciddi sıkıntılar yaşanmakta ve partimiz ile ilgili farklı algı yürütüldüğü sahada görülmektedir. Ülkemizde, Balkan kökenli yurttaşlarımızla ve onların kurdukları STK’larla, yurt dışında da soydaş ve akraba topluluklarla partimiz arasındaki ilişkileri geliştirmek gerekmektedir. Yine, belediyelerimiz aracılığıyla verebileceğimiz hizmetleri koordine etmek gerekir. Bu ilişkileri güçlendirmek, belediyelerimiz aracılığıyla işbirliğini daha etkili hale getirmek amacıyla genel merkezimizde bir “Balkan Masası” kurulmuştur. Çalışma usul ve esasları tanımlamak, CHP dış ilişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve kurulacak diğer masalar ile koordinasyonu sağlamak amacı ile Balkan Masası’nın yönetmeliği hazırlanmış, genel merkez yapılanması tamamlanmıştır.
SİYASETİN BÖLDÜĞÜ BALKANLAR
Kurumlar arasında eşgüdüm eksikliği, ahbap-çavuş ilişkileriyle yapılan görevlendirmeler, akraba toplulukların Türkiye ile ilişkileri koparma noktasına gelmiştir. Yapılan hatalar nedeniyle soydaşların güveninin azalmış, dahası bu ilişkilerde bir süreklilik sağlanamamış, Balkanlara giden her kurum temsilcisi ile “Balkanlar macerası” yeni baştan başlamıştır. Anadolu ve Trakya topraklarını ilk ve son anavatan olarak gören, hemşerileri olan, büyük sevgi ve saygı duydukları Mustafa Kemal Atatürk’e, onun kurduğu cumhuriyetin değerlerine bağlı olan Balkanların Türk ve Müslüman halkı, bazı siyasi partiler tarafından yeniden formatlanmak istenmiş ve bir çok bölgede AKP ciddi maddi destekler ile yandaş partiler kurdurmuştur. CHP’nin millet ittifakıyla birlikte yerel yönetim seçimlerinde kazandığı başarının bölge ziyaretlerimizde karartılmaya çalışıldığı görülmektedir. 23 Haziran 2019 İstanbul seçimlerinden sonra Saraybosna’da “İstanbul düştü” algısının oluşturulmak istenmesi buna bir örnektir. Bu kapsamda özellikle kazandığımız belediyelerin “Balkanlara götürülen hizmetleri aksatacağına” dair kara bir propaganda yürütülmeketedir. Balkan Masası, bu kara propagandanın, yurtdışındaki soydaşlarımızın iç siyaset ekseninde kutuplaştırılmasının önlenmesi, dış siyasetin iç politikaya alet edilmeden milli vasfının muhafazası bakımından da gerekli takibi yapacaktır.”
Devlet Bakanı Danışmanı sıfatı ile Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr. Mehmet Görmez’i ziyaretim sırasında Müftülüklerin kendi insiyatifleri ile hep aynı yerlerde faaliyet gösterdiğinden yakınmıştım. “Kardeş müftülükler” anlayışının geliştirilebileceğini ifade etmiştim. Sayın Görmez de dikkatli dinledi. Sonra da güzel bir çalışma ile uygulamayı hayata geçirdi. Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklarının her ne kadar aynı bakanlık yada sekreterya altında birleşse de farklı kurumların bölgede benzer çalışmalar yapmasının sakıncalarını Balkanlarda gördüm. Bazı kuruluşların Büyükelçilikle veya orada yaşayan Türk toplumuyla irtibatının olmadığını da gördüm. Hakikaten milli yapıdan ümmetçi yapıya geçiş, bunda da cemaatlerin etkin olması doğrudur. 15 Temmuz kalkışması sonrasında Üsküp’deki Yahya Kemal okullarının yönetim merkezinin kapatılması ve buranın Halkbank ve Maarif Vakfı yönetim yeri olması oldukça gülünçtü. Türkiye’den Üsküp’e ilk defa gelenler her ne kadar Taş Köprü’nün eski Tren İstasyonu’na giden tarafında Vardar’a sırtınızı dayayınca solunuzda bu iki levhayı görseniz de eskiden gidenlere yapılan tarifte “eski Yahya Kemal Koleji’nin yeri” cevabını alırsınız. Bu arada zamanında Ziraat Bankasının açıldığı sonra Halka Bankası olan banka en verimli kurumdur.
DEVLET CEMAATE İNİNCE!
Daha önce Balkanlara birçok bakanla gittim çalıştıklarımın heyetine dahil olanlarda dahil hep uçağa binerken ya da sınırı geçerken parti rozetleri yerini Türk Bayrağı almıştır. CHP muhalefetteyken bu devlet ciddiyetini tekrar kazandırabilecek miydi? Bana Üsküp çarşısında açılan “AKPARTİ Üsküp” bürosunun levhası inanılmaz üzüntü vermişti. Bu nedenle CHP Balkan Masası’ndan ümitliydim. Bulgaristan dışındaki ülkelerde eski siyasi örgütler hızla Türklerin siyasi örgütü tanımlamasından Türkiye’deki iktidar partisinin örgütüne dönüşüyordu. Bunu görüyordum. İlk defa bu örgütlerle tanıştırılan insanlar da ben ne dersem o olur edasıyla Balkanlarda yerlerini aldılar. Bir de kendilerine “bey” denmesinden daha çok “baba, hoca” denmesinden hoşlanıyorlardı. Devletten, cemaate inince sonuç kötü oluyor. Kendini dışlanmış hissedenler ana gövdeden kopuyorlar ya farklı partiler kuruyorlar yada mevcut partilere geçiyorlardı. Dolayısıyla CHP Balkan Masası kurulmasının nedenlerinden biri olan “yurtdışında soydaşın birliği” tespiti çok doğru tespitti. Türkiye’de iktidarda bulunan Ak Parti’nin de devletin temsilcisi olarak algılanmasına neden olan tutum ve davranışları doğru bulmuyordum. Bugün Türkiye’de iktidarı ellerinde tutanlar Türk ve Akraba Toplulukları ile başkasının irtibat kurmasını hiç istemiyorlardı. CHP’liler de yeterli hevese sahip değildiler. Ve bilgiye… CHP’li belediyelerin Balkanlara gidişleri, ilişkileri de altı dolu olmayan ilişkilerdi. Sanki bir sihirli el soydaş bölgelerden uzak bölgelere CHP’li belediyeleri itiyordu.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Topraklarımızı Çalan Suya Dur Deme Zamanı: Çırpınış!
Araştırmacı Yazar Abdullah Uluyurt’un kaleminden yeni bir yazı dizisi daha. “Topraklarımızı Çalan Suya Dur Deme Zamanı” başlıklı yazı dizisiyle Uluyurt, günümüz Türkiye’sinin Türk Dünyası ile olun ilişkilerinin fotoğrafını çekti. İşte “Çırpınış” başlıklı ilk bölüm…
SözBursa’da sekiz bölümde yayınlanan “Suyun Akışına Yön!” başlıklı yazı dizimizde “eğitimden kültüre, ekonomiden siyasete Türk Dünyası için yapılması gerekenleri” kaleme almıştım…
İşte bu hususları Kasım 2019’da bir bilgi notu şeklinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sunmam ile CHP ile çalışma yollarım kesişti. Daha önce Sayın Baykal’la ve dönemin Başbakanı Ecevit’le bir araya gelmiştim.
Ayrıca İstanbul’da CHP’nin düzenlediği Balkan Çalıştayı’na da katılmıştım. Ama bu sefer benimkisi biraz daha hazırlıklı ve bir suyun akışına yön vermekti. Her konuyu bilen ve anlayanların her yerde olduğu siyaset alanında bir ön alma farkındalık oluşturma, hakikaten çalışmak için raporu sundum. Amacım samimiyetle Balkanlı olmadan, Balkanları tanıma fırsatımı göreve dönüştürme arzusuydu. Bir de beni bu süreçte Atatürk’ün “Benim iki büyük eserim vardır; biri Türkiye Cumhuriyeti diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir” sözü etkiledi. Ayrıca bu süreçte; Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin ebedi doktrini olan Nutuk’tan uzaklaştığı kaygısı da beni endişelendiriyordu.
Başbakanlık Balkan İşleri Müşavirliği’nde 1992 yılında başlayan askerlik görevim dışında kesintisiz 2007 yılına kadar devam eden Türk Dünyasına yönelik çalışmalarımı bu tarihten sonra gönüllü kuruluş ağırlıklı bazen de çalıştığım kurumda (RTÜK) geliştirdiğim ve bugün stratejik planlarda yer alan Gelecekle İletişim Çalıştayı, Uzman Değişim Programı, Türk Dünyası Düzenleyici Otoriteler Birliği oluşturma gayretlerim sonradan yağmalansa da en azından bir başlangıç oldu.
Yazılı ulaştırdığım rapor sonrasında bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun daveti üzerine bir de şifahi özet olarak raporu sundum. Bu sunuş sırasında Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak ile Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Büyükelçi Ünal Çeviköz de vardı. Dikkatlice dinlediler not aldılar.
Kemal Bey’in makamından ayrılırken, bir kahve içmek için Faik Bey odasına davet etti. Kurulmakta olan Balkan Masası’ndan bahsetti. Aslında bizimkisi tartışılmaz olan Atatürk’ün CHP Genel Merkezi’nde ayak izlerini aramaktı. En büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde hemşerileri ve coğrafyasını aramak!
Balkanlardaki Atatürk ve dolayısıyla Türk Milletinin izlerinin silinmek istendiği bunun yerine ümmetçi bir çizginin oturtulmaya çalışıldığı intibasına kapılanların bir gayretle bir araya gelerek bir şeyler yapma çabasını gördüm.
O dönemin Bursa Milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özkan ve Tekirdağ Milletvekili Dr. İlhami Özcan Aygun da oluşturulmaya çalışılan “Balkan Masası”nda görev yapmak istiyorlardı. Özkan’ı BALGÖÇ içinde duyuyordum. Aygun’u ilk defa duydum. Öztrak ise yapılması gereken işlerin ciddiyetini anlamış ve disiplinli bir şekilde işi götürmek istiyordu. Bir gün sonra bir araya gelmek üzere ayrıldım. Başbaşa görüştüğüm Öztrak’ın yanından çıkarken bir çalışma eskizini incelemek üzere aldım.
Çok heyecanlıydım. Bu daha çok sunuydu. Sunu, “CHP Balkan Masası, Faik Öztrak, Balkan Masası Başkanı” başlığı ile düzenlenmişti. Farklı bölümlerden oluşan sununun başlangıcı Balkan tarihiyle başlıyordu. Küçük dokunuşlarla ilaveler yaptım. Balkan tarihinde en büyük eksikliğimiz şüphesiz Balkan Türk Tarihini, Osmanlı Türk Hanedanı tarihi ile başlatmamızdı. Bu yanılgı yıllarca bize misafir muamelesi yapılmasına neden oldu. Ya Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar, Hazarlar…
DOĞRUSU COĞRAFİ BÖLGEYLE…
Sununun Balkanların tarihi bölümü şöyleydi:
“Balkanlar, Avrupa’nın güney doğusunda Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye’nin bir kısmını içine alan yarım adadır. Balkanlar batıya geçiş yolu olması nedeniyle, tarih boyunca bir çok millete ev sahipliği yapmış ve bir çok kültür, din ve sosyoekonomik farklılıkları yaşamaktadır. Türkler, Balkanların en eski kavimlerinden biri olmuş ve bölgenin tarihi sürecinde hep etkin bir rol oynamışlardır. Osmanlıdan önce IV. Yüzyılda Hun Türklerinin bölgeye gelişi ile başlayan, 1292’den sonra Batı Anadolu’dan Selçuklu ve Osmanlı Türkleri ile devam eden göçlerle, Balkanlarda Türklerin esas kalıcı izleri Anadolu’dan yüzyıllarca süren göçler sonucudur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrası Balkanlar’dan Anadolu’ya geri dönüş, zorunlu göç başlamış, sadece Balkan Savaşlarında göç edenlerin sayısı 1 milyon 500 bindir. Atatürk, 1912 Balkan bozgununu Libya Trablusgarp’ta haber almış ve gençliğinde yazdığı “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” adlı kitabında; “bir gün duydum ki, doğduğum şehir Selanik, orada annem ve kız kardeşim düşmana teslim edilmiş” der. 1923-1938 yılları arası başta “Mübadele” olmak üzere toplam 793 bin 912 Türk, Anavatana göç etmiş, daha sonraki yıllarda 1951, 1956, 1968-78, 1989 olmak üzere yaşanan tüm göçlere rağmen bölgenin resmi rakamlarına göre bugün Balkanlarda hala 8 milyon 250 bin Türk-Müslüman yaşamaktadır.”
Balkanlarda Türklerin tarihi çok kısa geçilse de rakamlar daha detaylandırılabilirdi. Balkanlarda Türkçe konuşanların sayısı maalesef birbuçuk milyonu geçmez. Arnavut ve Boşmakları da “Müslümanlar” olarak bu nüfusa ilave edersek toplam “Türk ve Akraba nüfusu altı-yedi milyonu bulur. Göç deyince de haklı olarak yakın tarihin acı hatıraları ile son gelinen Rodop ve Deliorman (Bulgaristan) göçü dikkat çeker.
Yine taslak sunuda ikinci bölüm göçleri ve göçmenlerin örgütlerini dile getiriyordu. “Balkanlardan Anadolu’ya geri göçler (askeri terimle ricat) yaklaşık 200 yıl sürmüş, yapılan nüfus projeksiyonlarına göre, bugünkü nüfusumuzun 30 milyondan fazlası Balkan kökenli olduğu bilinmektedir. Balkanlar, tarihi, coğrafi, kültürel ve insani boyutlarıyla Türkiye için stratejik öneme sahiptir. Balkanlar, ulusumuzu şekillendiren tarihi süreç ve bölgeden gelen göçler nedeniyle özel bir konumdadır. Son ikiyüz yıldır süregelen göçler nedeniyle birbirinden ayrılan aile ve komşuların bağları hala çok sıcaktır. Göç edenlerin oluşturduğu sivil toplum kuruluşları (stk) da göç ettikleri bölgelerdeki stk'larla güçlü ve etkili işbirliklerine sahiptirler. Balkan göçmenlerinin Türkiye’nin hemen hemen tüm bölgelerinde 300’ü aşan dernekleri federasyonlar ve konfederasyon çatısı altında güçlü bir örgütlenme içindedirler. Bu ilişkilerin ve işbirliklerinin hem Balkanlarda hem de ülkemizde önemli kültürel, sosyal, siyasi yansımaları olmaktadır. Bu ilişkiler, Avrupa Birliği üyelik hedefi bağlamında da geleceğe dönük büyük bir potansiyel teşkil etmektedir. Balkanların bir bölgesinde bir grubun tercihleri, ülkemizde o grubun mensuplarına ait stk’ları ve o bölgeden göç etmiş yurttaşlarımızın tercihlerini etkilemektedir. Her topluluğun olduğu gibi, Balkan Türklerininde belirli hassasiyetleri vardır. Bu hassasiyetleri dikkate almak saygının göstergesidir. Bulgar Türkü, Yunan Türkü, Makedon Türkü gibi deyimler kendilerini rencide ettiği için tepkililer. Doğrusu ise coğrafik bölge ile anılmalarıdır. Bu söylemlere dikkat edilmesi son derece önemlidir. Doğrusu ise Bulgaristan Türkü, Yunanistan Türkü, Makedonya Türkü”.
KÖKÜNDEN KOPARILAN KAVRAMLAR
Burada kendi düşüncelerimi de aktarmak istiyorum:
Türkiye’de “30 milyondan fazla Balkan göçmeni var” tanımı doğru dahi olsa, kendi köklerini Konya ve Karaman’a dayandırmaya çalışan Balkanlılar için “biz artık Anadoluyuz” itirafı vardır. Balkanları da Türkiye ile bağları olan Türk ve Akraba toplulukları olarak tanımlamanın daha doğru olduğunu düşündüğüm nüfus ile oradan Türkiye’ye gelenler arasındaki bağ oldukça zayıftır. Türkiye’deki STK yöneticilerinin bir siyasi ve iktisadi gelecek kaygısı olduğu da gerçektir. Türkiye’de aslında kavramlar kökünden koparıldıkları için bu şekilde evrilmiş olabilir. Avrupa’nın Non-Governmental Organizations yani "Hükümetdışı Kuruluşlar" olarak tanımladığı, dilimize de ruhsuz bir çevirisi olarak değerlendirdiğim NGO kavramı yurdumda daha önce gönüllü kuruluşlar olarak algılanırdı. Yine hudutlarla kimlik belirlenmesinin de yanlış buluyorum. Kırcaali’de yaşayan Balkan Türkü ile Gümülcine’de yaşayan Balkan Türkünü bir birinden uzaklaştırırken, Plevneli Balkan Türkünü yaklaştırmaktadır. Çalışmalarımda kavramlara dikkat ettim. Şimdilik daha iyisi bulunasıya kadar coğrafi tanımlama ile Rodop Türkü, Vardar Türkü, Deliorman Türkü, Dobruca Türkü yada daha kolayı Kırcaalili demek daha doğru olabilir.
Sunuda üçüncü başlık olarak neden Balkan Masası kurulduğu anlatılmıştı. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Balkanlardaki Türk ve Akraba Topluluklarına yönelik TİKA, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı (YTB), Yunus Emre Enstitüsü, Türk Dünyası Belediyeler Birliği, Kızılay, Kardeş Müftülükler ve Balkanlardaki Kardeş Belediyecilik faaliyetleri aracılığıyla hizmet götürmektedir ve bölge STK’lar ile işbirliği yürütmeketedir. Bu yapıların sağlıklı ve eşgüdüm içinde, netice alma ve hizmet üretme odaklı çalışmaları ülkemiz açısından faydalıdır. Ancak bu çalışmalar, dini cemaat yapılanması üzerinden veya ideolojik yaklaşımla yürütüldüğünde ciddi sıkıntılar yaşanmakta ve partimiz ile ilgili farklı algı yürütüldüğü sahada görülmektedir. Ülkemizde, Balkan kökenli yurttaşlarımızla ve onların kurdukları STK’larla, yurt dışında da soydaş ve akraba topluluklarla partimiz arasındaki ilişkileri geliştirmek gerekmektedir. Yine, belediyelerimiz aracılığıyla verebileceğimiz hizmetleri koordine etmek gerekir. Bu ilişkileri güçlendirmek, belediyelerimiz aracılığıyla işbirliğini daha etkili hale getirmek amacıyla genel merkezimizde bir “Balkan Masası” kurulmuştur. Çalışma usul ve esasları tanımlamak, CHP dış ilişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve kurulacak diğer masalar ile koordinasyonu sağlamak amacı ile Balkan Masası’nın yönetmeliği hazırlanmış, genel merkez yapılanması tamamlanmıştır.
SİYASETİN BÖLDÜĞÜ BALKANLAR
Kurumlar arasında eşgüdüm eksikliği, ahbap-çavuş ilişkileriyle yapılan görevlendirmeler, akraba toplulukların Türkiye ile ilişkileri koparma noktasına gelmiştir. Yapılan hatalar nedeniyle soydaşların güveninin azalmış, dahası bu ilişkilerde bir süreklilik sağlanamamış, Balkanlara giden her kurum temsilcisi ile “Balkanlar macerası” yeni baştan başlamıştır. Anadolu ve Trakya topraklarını ilk ve son anavatan olarak gören, hemşerileri olan, büyük sevgi ve saygı duydukları Mustafa Kemal Atatürk’e, onun kurduğu cumhuriyetin değerlerine bağlı olan Balkanların Türk ve Müslüman halkı, bazı siyasi partiler tarafından yeniden formatlanmak istenmiş ve bir çok bölgede AKP ciddi maddi destekler ile yandaş partiler kurdurmuştur. CHP’nin millet ittifakıyla birlikte yerel yönetim seçimlerinde kazandığı başarının bölge ziyaretlerimizde karartılmaya çalışıldığı görülmektedir. 23 Haziran 2019 İstanbul seçimlerinden sonra Saraybosna’da “İstanbul düştü” algısının oluşturulmak istenmesi buna bir örnektir. Bu kapsamda özellikle kazandığımız belediyelerin “Balkanlara götürülen hizmetleri aksatacağına” dair kara bir propaganda yürütülmeketedir. Balkan Masası, bu kara propagandanın, yurtdışındaki soydaşlarımızın iç siyaset ekseninde kutuplaştırılmasının önlenmesi, dış siyasetin iç politikaya alet edilmeden milli vasfının muhafazası bakımından da gerekli takibi yapacaktır.”
Devlet Bakanı Danışmanı sıfatı ile Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr. Mehmet Görmez’i ziyaretim sırasında Müftülüklerin kendi insiyatifleri ile hep aynı yerlerde faaliyet gösterdiğinden yakınmıştım. “Kardeş müftülükler” anlayışının geliştirilebileceğini ifade etmiştim. Sayın Görmez de dikkatli dinledi. Sonra da güzel bir çalışma ile uygulamayı hayata geçirdi. Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklarının her ne kadar aynı bakanlık yada sekreterya altında birleşse de farklı kurumların bölgede benzer çalışmalar yapmasının sakıncalarını Balkanlarda gördüm. Bazı kuruluşların Büyükelçilikle veya orada yaşayan Türk toplumuyla irtibatının olmadığını da gördüm. Hakikaten milli yapıdan ümmetçi yapıya geçiş, bunda da cemaatlerin etkin olması doğrudur. 15 Temmuz kalkışması sonrasında Üsküp’deki Yahya Kemal okullarının yönetim merkezinin kapatılması ve buranın Halkbank ve Maarif Vakfı yönetim yeri olması oldukça gülünçtü. Türkiye’den Üsküp’e ilk defa gelenler her ne kadar Taş Köprü’nün eski Tren İstasyonu’na giden tarafında Vardar’a sırtınızı dayayınca solunuzda bu iki levhayı görseniz de eskiden gidenlere yapılan tarifte “eski Yahya Kemal Koleji’nin yeri” cevabını alırsınız. Bu arada zamanında Ziraat Bankasının açıldığı sonra Halka Bankası olan banka en verimli kurumdur.
DEVLET CEMAATE İNİNCE!
Daha önce Balkanlara birçok bakanla gittim çalıştıklarımın heyetine dahil olanlarda dahil hep uçağa binerken ya da sınırı geçerken parti rozetleri yerini Türk Bayrağı almıştır. CHP muhalefetteyken bu devlet ciddiyetini tekrar kazandırabilecek miydi? Bana Üsküp çarşısında açılan “AKPARTİ Üsküp” bürosunun levhası inanılmaz üzüntü vermişti. Bu nedenle CHP Balkan Masası’ndan ümitliydim. Bulgaristan dışındaki ülkelerde eski siyasi örgütler hızla Türklerin siyasi örgütü tanımlamasından Türkiye’deki iktidar partisinin örgütüne dönüşüyordu. Bunu görüyordum. İlk defa bu örgütlerle tanıştırılan insanlar da ben ne dersem o olur edasıyla Balkanlarda yerlerini aldılar. Bir de kendilerine “bey” denmesinden daha çok “baba, hoca” denmesinden hoşlanıyorlardı. Devletten, cemaate inince sonuç kötü oluyor. Kendini dışlanmış hissedenler ana gövdeden kopuyorlar ya farklı partiler kuruyorlar yada mevcut partilere geçiyorlardı. Dolayısıyla CHP Balkan Masası kurulmasının nedenlerinden biri olan “yurtdışında soydaşın birliği” tespiti çok doğru tespitti. Türkiye’de iktidarda bulunan Ak Parti’nin de devletin temsilcisi olarak algılanmasına neden olan tutum ve davranışları doğru bulmuyordum. Bugün Türkiye’de iktidarı ellerinde tutanlar Türk ve Akraba Toplulukları ile başkasının irtibat kurmasını hiç istemiyorlardı. CHP’liler de yeterli hevese sahip değildiler. Ve bilgiye… CHP’li belediyelerin Balkanlara gidişleri, ilişkileri de altı dolu olmayan ilişkilerdi. Sanki bir sihirli el soydaş bölgelerden uzak bölgelere CHP’li belediyeleri itiyordu.
(devam edecek)
Kaynak: İHA
En Çok Okunan Haberler
YAZARLARIMIZ Tüm Yazarlarımız